Dicle nehrinin iki yakasına kurulmuş 12 bin yıllık serüven Hasankeyf…
Göz alabildiğine uzanan Güneydoğu’nun sarı dağları, içinde keşfedilmeyi bekleyen binlerce sır taşır. Bunlardan biri de Batman ile Mardin sınırında, Raman dağlarının güney eteklerinde, Dicle nehrinin iki yakasına kurulmuş Hasankeyf…
Ne zaman kurulduğu henüz kesin olarak bilinmeyen Hasankeyf'te şu ana kadar 3 bin 500 yıldan 12 bin yıl öncesine kadar dayanan arkeolojik buluntulara rastlanmıştır. Dicle'nin sularından yaklaşık 50 metre yüksekte, kayaların içinde, irili ufaklı 5 bin mağaradan oluşan şehir, Süryanice "Ciphas” yani Mağaralar Şehri, Arapça "Hısnı Keyfa” olarak anılmıştır.
M.S 2'inci ve 3'üncü yüzyıllarda sınır yerleşimi olarak Bizans ve Sasaniler arasında sürekli el değiştiren Hasankeyf, bölgede Hristiyanlığın yayıldığı 3'üncü yüzyıldan itibaren Süryani Psikoposluğu’nun merkezi durumuna geldi. Yaklaşık 350 yıl Bizans hakimiyetinde kalan şehir, 640 yılında Halife Hazreti Ömer liderliğinde Müslümanlar tarafından fethedildi.
Tarih boyunca Mezopotamya’ya hakim konumu ve içerisinden geçen Dicle nehri ile 24 medeniyete ev sahipliği yapan Hasankeyf; Emeviler, Abbasiler, Hamdaniler ve Mervaniler'in egemenliğinin ardından 1102 yılında Artuklular tarafından ele geçirildi.
Hasankeyf’in altın çağı Artukluların başkenti olduğu dönemdir. Dönemin önemli ticaret yollarından olan Dicle Nehri sayesinde ticari olarak Bağdat, Şam gibi şehirlerle yarışır duruma geldi.
1232'de Eyyubiler'in egemenliğine geçen bölge, 1260'da Moğolların istilasına uğradı ve tahrip edildi. 1515'te Osmanlı'nın fethettiği Hasankeyf, 17'nci yüzyılda İran'la yapılan savaşlar ve ticaretin azalması nedeniyle stratejik önemini kaybetti.
Kentin bir dünya ortak mirası olarak adlandırılmasındaki en önemli özellik, pek çok işgale rağmen her işgalci uygarlığın kendinden öncekinin üzerine koyarak şehri kültürel olarak daha da zenginleştirmesidir.
12 bin yıllık tarihi ilçede mağaraların yanı sıra dev bir kale, kale üzerinde Eyyübiler döneminden kalma Ulu Cami, Büyük Saray ve Küçük Saray, Asurlular zamanından kaldığı tahmin edilen Taş Köprü, Eyyubi Sultanı tarafından yaptırılan El-Rızk Camii, Sultan Süleyman Camii, Eyyübilere ait Koç Camii, ve Akkoyunlular döneminde Zeynel Bey Türbesi gibi önemli eserler bulunuyor.
Akkoyunlular’dan kalma bölgedeki tek yapı olan Zeynel Bey Türbesi; 1471’de Yavuz Selim ile Otlukbeli’de savaşan Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan‘ın savaşta ölen oğlu Zeynel Bey anısına yapılan, dıştan silindirik, içten sekizgen planda, gövde yüzeyi turkuaz tuğla çinilerden oluşan yapısıyla 14. yüzyıl ortalarından itibaren egemen olan klasik mimari bezeme stilinin Anadolu'daki tek örneğidir.
Hasankeyf’in en önemli sembollerinden biri olan Taş Köprü; Artukoğulları’ndan Fahreddin Karaaslan tarafından 1116 yılında, Dicle ırmağı üzerinde, ortaçağın en büyük köprüsü olarak inşa edilmiştir.
Köprünün Hasankeyf merkezine doğru yönelen kısmı güneyde kayalıkların üzerine oturmaktadır. Döneminin en büyük köprülerinden birisi olan yapı, dört ya da beş büyük açıklıktan oluşuyordu. Bu açıklıklardan ortada olanı en genişidir. Ortadaki bu açıklığın açılır kapanır ahşap bir köprü şeklinde olduğu ve düşman saldırısı sırasında kentin savunmasının bir parçası olarak kullanıldığı ile ilgili tarihi kaynaklarda bilgiler bulunmaktadır.
1999 yılında kabul edilen Ilısu Barajı Projesi ile birlikte Hasankeyf’i de kapsayan barajın yapımı kesinleşti ve projenin temeli 2006 yılında atıldı. Ilısu Barajı için su tutulmaya başlanmasının ardından baraj suları altında kalacak olan tarihi yapıların yeni yerine, Hasankeyf Yeni Kültürel Park Alanı’na taşınma süreci başlatıldı. Zeynel Bey Türbesi, İmam Abdullah Türbesi ve Zaviyesi, Artuklu Hamamı, Orta Kapı, Kızlar Cami, Er-Rızk Cami ve Süleyman Han Cami Minaresi olmak üzere toplam 7 adet tarihi eser baraj gölü alanından çıkarılarak Yeni Kültürel Park Alanı'na nakledildi.